19 Ekim 2009 Pazartesi

Düşmanımın Düşmanı

... Bu kadarı ikimiz için de fazla. Yorgun bacakların üzerlerindeki yükü bir yere yığıp kalan tüm gücüyle kaçmak ister gibi sanki. Ve zihninin karanlıkları geçit vermez oldu artık suskun düşünce kalabalıklarına. Ve galiba çok yaklaştık varmak istediğimiz ancak olmak istemediğimiz yere. Artık sürgünüz. Sen, ben ve ceplerimize sığdırabildiğimiz her şey... Ne kadar ilerledin? Veya ardında bıraktıklarından ne kadar ilerdesin? Her neyse... Dön arkanı, ağlamaktan başka bir işe yaramayan iki gözünü ayır ve bak şimdi! Şu yanan şehir seninki olmalı. Senin doğduğun şehir. Ve kalanların öldüğü. Hayır, bekle. Her şey kül olana ve her kül rüzgarla ayaklarının dibine savrulana kadar bekle. İzle! izle ki umut ışığınla birlikte sönsün, karanlığa karışsın her şeyin. Biliyorum, kolay değil. Bu koku... Bana kendi yangınımı hatırlatıyor. Bu çıtırtı ve kıvılcımların dansı... Son seramoni. Sonun seramonisi. Ve güzel bi final; karanlık. Bazen biraz daha fazlası, ama sadece o kadar. Uzakları ulaşılmaz yapan sonsuz karanlık. Ne kadar ilerlediğimizin artık bi önemi yok. Sadece biz varız. Ve üzerimize sinmiş anıların kokuları. Bir zaman sonra, bir yerde onlar da kaybolacak. Belki başka şeylerin kokusuna karışacaklar ya da bir başkasının kokusu, diğerlerini bastıracak...

Şimdi istersen devam edebilirsin ağlamaya. Yanakların küf tutana kadar hem de. Kaldır başını ve etrafına şöyle bir bak. Hangi yöne gideceğimizi sen seç. Korkma, kaybolmayız. Bizi bulabilecek hiçbir şey olmadığı için kaybolmayız. Ve artık kaybedecek hiçbir şeyimiz de yok. Hiçbir şey bulamayacağımız için. Birbirimizden başka kimsemiz yok. Ama ne dostuz ne sevgili ne de aile... Bir tek düşmanımız var; sonsuzluk. Savaşmamıza gerek olmayan bir düşman. Çünkü zaten yenmişti bizi. Ve en kötüsü de esir düşmemiz. Sonsuzluğa. Bir işe yaramaz, öldürmeye bile değmez düşmanlarız biz. Tam işkencelik...

Bunu ikimize neden mi yaptım? Hmmm... Birini soğuk ve karanlıkta yalnız bırakıp sonsuzun savaşında yenik tarafın esrileri olarak acı veren bir ateşkese zorlamak... Üzerine sinen anıların kokusunu alıyo musun hala? İşte bunun için. Dayanılmaz değil mi? Yok etmek suç mu sence? Peki "suç"u yok etmek? Peki ya yaratmak? Eğer yaratmak suçsa yaratılmışlık da suçtur. Yaratana yardım ve yataklık etmek... Suç! İşte bu yüzden yok etmek suç değil. Suçu yok etmekse bir onur. Onur madalyası... Ama gel gör ki bunu yapabilecek gücü ne kendimde hissediyorum ne de sende görebiliyorum.

Kaçalım mı bu esir kampından? Peki bu işkencelere daha ne kadar dayanabilirsin? Ben de bilmiyorum. O zaman son bi savaş başlasın. Aramızda. İyi olan değil önce ölen kazansın. EN GARDE!..